Korkmadın mı, Hayırdır Nereden Bu Cesaret

Cesaret değil de kendini bilmezlik diyelim. Gideceği yerin uçakla 24 saat uzaklıkta olduğunu vize aldıktan, işyerinden istifa falan ettikten sonra uçak bileti alırken öğrenmiş bir insanım sonuçta. Buraya gelince yaşayacağım zorluklar (o kadar da değil tabi de ben abartıyorum) ve bunlar karşısında hissedeceklerimi bilsem cesaret edebilir miydim bilmiyorum (kesin ederdim), neyse ki sonumu düşünmedim de kahraman oldum.

Neyse korkmadım mı korktum, ama o kadar değil.

Gelme hazırlığı yaparken bilinmezin heyecanı, hayallerinin peşinden koşmanın mutluluğu sarhoş ediyor ama cidden yıllarca inşa ettiğin bütün hayatını bırakıyorsun. Ailen, arkadaşların, tüm sevdiklerin… Her an farkında olmadığın o kadar da kıymetini bilmediğin bir sevgi çemberindesin, bir derdin olduğunda asla yalnız çözmek zorunda değilsin, tırnağım kırıldı diye kardeşine sarılıp ağlayabilirsin (tırnaklarım kısa benim, kırılmaz, duygu sömürüsü yapıyorum azıcık). Sonra ertesi gün bir bakmışsın kimse yok. Arayıp derdimi anlatayım, sevincimi paylaşayım istesen bile saatlerce bekleyeceksin ki Türkiye uyansın. (Spoiler: Burada da hemencecik çok tatlı arkadaşlar edindim)

Bir de Ferrarisini satan bilge durumu var. Yıllarca oku didin çalış çabala. Evin, işin, eşyaların, kıyafetlerin, hayat alışkanlıkların, ne istediğini söylemeden gelen kahven, kendini üzerinden tanımladığın bir sürü şey. Yine ertesi gün bir bakmışsın hop hiç bir şey yok. Yani tamam backpack’in, içinde de üç beş tişört var ama onları da koskoca Avustralya’ya geliyorsun diye yeni almışsın, sayılmaz. (Spoiler: Beş tişörtün olunca o kadar çok giyiyorsun ki kendini onlarla tanımlamanın kitabını yazıyorsun, bkz erken dönem fotoğraflarım)

Bu işin üçüncü bacağı da aslında hiç konuşulmayan ama bence en şoke edeni, karakterin. Karakterini bırakmak zorunda kalır mı insan, kalıyor. Aslında yıllar yılı kendini geliştiriyorsun, güçlü yönlerini cilalıyorsun, zayıf yönlerini geliştiriyorsun ve kendine bir kişilik yontuyorsun. O tanıdığın bildiğin kişiliğin içinde de rahat rahat hareket ediyorsun. Sınırların belli, bir zorlukla karşılaştığında hangi özelliğine yükleneceğini falan biliyorsun hep. Sonra geliyorsun, ben bunu yaparım bu durumun içinden çok rahat geçerim dediğin şeyler hop kocaman dağlar olmuş, uğraş da dur aşacağım diye. Sonra bir şey oluyor, yapamıyorsun, e hayda en son 5 yaşında bunu yapamamıştım ama 6 yaşımdan beri müthiş yapıyordum. Ama yok, finalde vize öncesi konular da varmış, bi daha çalışmak lazımmış. Bir de kendine güven meselesi var ki sormayın. İnsan buradan baya gol yiyor. Kendini bilmişliğin ve şımarıklığını da bir kenara bırakıyorsun. Hani bir Sabancı Koç değil belki ama ülkemde koskoca Selin Can’dım. Burada koskocası falan kalmadı.

Çok olumsuz bir tablo çizdim gibi ama yanlış anlaşılmasın. Konfor alanının dışına çıkmak bu demek. Böylesine uzaklara gelmek de o alanın bu kadar dışına çıkmak demek. Yani zorluyor. Yani o alanın dışına çıkmak nerde eksiksen seni orayı geliştirmeye zorluyor. Ve tabi ki sonunda da durduğun yerde dursan yıllar alacak bir büyüme geliyor. Yeni gittiğin yerde de tişört alıyorsun, daha çok tişörtün oluyor özetle.

%d bloggers like this:
search previous next tag category expand menu location phone mail time cart zoom edit close