Çok güzel bir ülke. Doğası el değmemiş. Hava güzel, insanlar kibar, hayat rahat.
Bana ilk geldiğimden beri paralel evren hissi veren bir yer. Hatta ilk günlerimde Türkiye ve Avustralya’nın aynı zaman diliminde aynı gezegende olduğuna inanmakta güçlük çekiyordum. Burası böyle bir fazla huzurlu fazla rahat gibi.
Sosyoekonomik çıkarımlar yapıyor gibi olacağım ama bence iki konu var bunun arkasında. Biri kaynaklarının bol nüfusun az olması. Koca kıta (yüzölçümü bakımından dünyanın 6. büyük ülkesi) ama 25 milyon insan yaşıyor, o da sadece bir kaç yüz senedir. Gelir eşitsizliği çok az. Bir kafede çalışarak dünyayı gezecek para kazanabiliyorsunuz, ya da hukuk okuyup muslukçulukta daha çok para var diye ona geçebiliyorsunuz (#truestory). Hani bizde lisans diploması işe yaramaz, üstüne şunu bunu okuman kendini şöyle geliştirmen gerekir ya, burada hala lise mezunu olarak kalifiye işlere girenler var. E herkes iş imkanı bulup düzgün çalışma ve para kazanma fırsatına sahip olunca öyle birbirine tavır almıyor. Halkın şu kesimi bu mahallede yaşar, bu mekana girmez falan yok. Her meslekten insanla aynı şeyleri yapıp, aynı yerlere gidip hatta ev paylaşabiliyorsunuz. Temel fıkrası gibi ama bir evde avukat, elektrikçi ve öğrenci birlikte yaşabiliyorsunuz.
İkinci konu ise dünyanın kalanından çok uzakta ve komşusuz olması. Avrupa da medeni ama sürekli bir karmaşa. Ülkende olmasa bile etrafta bir şeyler oluyor. Bir geçmiş ilişkilerin, tarihin var. Savaşlar görmüşsün, anlaşmazlıklar yaşamışsın yaşıyorsun. Terör ülkene girebiliyor. İşte ne bileyim Türkiye Avrupa Birliği’ne girmiş mi, İngiltere çıkmış mı falan hep hayatının gerçeği. Burada öyle şeyler yok. En yakın komşu 4-5 saat uzaklıkta, her tarafın okyanus zaten ülkeye gelmek zor. Geçmişinde de öyle pek bir anlaşmazlık falan yok. Dolayısıyla ülkede bir bunalım havası olmuyor, kafan rahat. (Bazen insan merak ediyor tabi bu gazeteler her gün yazacak şeyi nasıl buluyorlar diye.)
Bir de genel medeniliği sebebiyle öveyim Avustralya’yı. Öyle kalabalık sokakta yürürken çantana sahip çıkmaya çalışmana gerek yok. Gecenin bir saati kız başına korkmadan yürüyebiliyorsun. Ay camı kapattım mı kapıyı kilitledim mi diye seksen kere kontrol etmene gerek yok. Yaya geçidinde arabalar yol veriyor. Hatta biraz fazla yol veriyor. Daha yaya geçidine varmana on adım oluyor, araba duruyor ya geçerse diye. Sonra acele et işin yoksa adam bekliyor beni ayıp olmasın diye. Sonra trafiktesin korna sesi yok. Yani Sydney de büyük şehir, köprüsü trafiği yok değil. Bir korna çalın di mi. Yok çalmıyorlar.
Az da insanlardan yaşam stilinden bahsedeyim bari. Bir kere herkes güleryüzlü ve kibar. Öyle bir yere girdim kendi kendime alışveriş yapıyorum, zaten de moralim bozuk bana dokunmayın falan yok. Bir orda çalışana gülümseyeceksin önce. İş hayatında da öyle hoyratlık yok, usturuplu olmak lazım hem altına hem üstüne. Çalışma saatleri genel olarak düzgün, birinden mesaiye kalmasını istemek doğal bir hak değil. Sonra her yer park bahçe. Şehir merkezleri bile yeşil. Şehirler hep deniz kenarında, yazın mis gibi gir denizine. İnsanlar sağlık-wellbeing konularına çok meraklı. Etraf 5’te kalkıp sporuna giden insanlarla dolu. (O kadar erken kalkınca erkenden de yatıyorlar tabi, belli yerler dışından bir saatten sonra kuş uçmaz kervan geçmeze dönüyor ortalık.)
Özetle günlük hayatın akışında stres yaratacak etkenler minimal (yani kahven az sütlü olmuş diye hala üzülüyorsun, o ayrı). Ozilerin (literatürde Aussie diye geçiyorlar) çok kullandığı gibi hayata bir ‘no worries’ havası hakim. Özetle huzurlu yaşıyorsun.
E peki hal durum böyleyse neden herkes buraya gelmiyor… Çünkü uzak, çok uzak. Sadece bizim ülkemize değil, her yere uzak. Sonra tamam ülkemizin şartları zor da, kemiğine iliğine kadar kendi ülken kendi kültürün. Burada kimse yemeğin bitince çayını getirmez. Belki ikinci sınıf vatandaş değilsin ama yine de sıfırdan hayat kurman lazım. Kimse beni havaalanında karşılayıp ay Selin iyi ki geldin, bu evin bu işin, bunlar da arkadaşların demedi. Ve anadilin olmayan bir dili konuşman lazım. Bir de beni çok üzmese de her şeyden uzak olması aslında olan biteni kaçırıyormuş hissi yaratabiliyor. Sanki yaz tatilindesin, okul arkadaşlarının hepsi birbirine yakın oturuyor, buluşup gezmelere gidiyorlar, ne varsa hemen birbirlerinden öğreniyorlar da sen onlara uzak oturduğun için bunları kaçırıyorsun gibi bir his.